Herkese merhaba! Bir hafta aradan sonra tekrar sizlerleyim. Neler yaşadık? Bayram nasıl geçti? Umarım hepimiz için çok güzel bir bayram geçmiştir. Ben uzun zamandır böyle coşkulu bir bayram kutlamamıştım. Gitmediğim yerlere, görmediğim akrabalarımı görmeye gittim. İnsan evlendikten sonra, özellikle çocukları olduktan sonra bazı şeyleri kısıtlıyor. Öncelikleri farklılaşıyor, önem sırası değişiyor, yapmak istediklerini erteliyor, istemediği şeyleri de yapmak zorunda kalıyor. Liste hayli uzar gider. Hayat meşkalesi diyelim.

Küsler barışmadı ve kırgınlıklar geçmedi. Ve hep söylüyorlar ya zaman çoğu şeyin ilacıdır diye, zaman hiçbir şeyin ilacı değil. Hiçbir şey geçmiyor. Bazen şunu da söylerler, kabuk tutan yarayı kaşırsan daha çok acır diye. Yaralar kabuk tutmuyor,  ilk günkü gibi kanıyor. Üstüne üstlük birçok yara da ekleniyor hatta. Insan çoğu yarada neler hissedebileceğini kestiremiyor. Kin tutmak, nefret etmek, intikam almak ya da hiçbir şey yapmamak. Hangisini yapacağını şaşırıyor. Neyi düşüneceğini bilemiyor ve en önemlisi de hissettiği şeyi hiçbir şekilde, hiç kimseye tarif edemiyorsunuz. Sizi çok iyi tanıyan dostlarınız, arkadaşlarınız olsa dahi düşündüğünüz ve hissettiğiniz şeyleri çok net bir biçimde anlatamıyorsunuz. Çünkü yara aynı değil ki hisler de aynı olsun...

Ne kadar çok kırgınlık hisler duygularla ilgili yazıyorum değil mi? İnsan yaşayıp tecrübe etmediği şeyleri aslında yazamıyormuş bunu öğrendim. Şimdiye kadar neler yazdıysam ve sizler benden neler okuduysanız hep bir yaşanmışlık, hep bir his, hep bir tecrübe oldu. Çünkü tecrübe edilmeden bazı gerçekler anlaşılmıyor, anladığımız, anlamaya çalıştığımız bazen anlayamadığımız onca şey etrafımızda harıl harıl dönüyor. Belki de bizim gibi iyi niyetliler anlamamazlıktan geliyor ama karşımızdaki insanlar bunu anlamıyoruz zannediyor. İşte en fenası bu çünkü insanı saf yerine koymak, kandırmak aslında kendini kandırmak değil midir? Bence öyle çünkü ben karşımdaki insanı "nasıl da kandırdım ama" dediğim zaman kendimi yanıltmıyor muyum? Onun aslında gerçekleri algılayıp da beni kandırdığını nasıl da fark edemem. İşte insanların gaflete düştüğü anlar olabiliyor tabii ki bunu da zamanla ve tecrübeyle acı da olsa öğreniyor insan. Tabii öğrenmeyenlerde çok fazla hala kandırabildiklerini, sindirebildiklerini ve ezebildiklerini düşünüyorlar. İşte ben bu insan zerreciklerine toz taneleri diyorum...

Bundan 2 sene evvel toz taneleri isimli bir köşe yazısı paylaşmıştım sizinle. Yine kırgınlıklar, kızgınlıklar üzerine idi o da ama daha sert bir üslupla yazmıştım. Çünkü insanlar o zaman da bu zamanki gibi sertlerdi ve ben de sert olduğum için kırılmalarım da çok sert oluyordu. Hani futbolda bir terim var ya topu göğsünde yumuşatmak diye artık ben de gelen taşları göğsümde çok güzel yumuşatabiliyorum. Öyle güzel öğrendim ki! Hayat öyle güzel tecrübe ettirerek öğretiyor ki! Geleni geçeni göğsümde yumuşatarak geri yolluyorum. Çünkü böylesi daha güzel, daha rahat ve daha naif. Ve insanlara gerçekten hak ettikleri gibi davrandığınız zaman vicdanınız o kadar rahat oluyor ki! Kendinizde hiçbir sorun aramıyorsunuz ve zaten insanların yaşattıkları sizinle alakalı değil kendileriyle bitmeyen savaşları var... Kendileri ile bitmeyen kavgaları var, kendileriyle bitmeyen haset ve kıskançlıkları var, sizle hiç alakalı değil. Hem de hiç değil...

Mesela her hafta bu gazetede sizlerle bir şeyler paylaşıyorum. Tabii ki sosyal medyadan paylaşıyorum ve insanlar hiçbir tepki belirtmiyor. Yani paylaştığım linke tıklıyorlar, mı okuyorlar mı, beğeniyorlar mı? Herhangi bir fikir beyan etmiyorlar. Bunu da burada özellikle yazıyorum eğer okurlarsa da bana bir fikir beyan ederler diye düşünüyorum. Ama kimse bana fikrini belirtmiyor diye ben yazmaktan vazgeçiyor muyum? Hayır. Vazgeçecek miyim? Hayır. Vazgeçmeyi düşündüm mü? Hayır. Yani demem o ki siz çiçeği seviyorsunuz diye çiçeğin de sizi sevmesini bekleyemezsiniz. Bazı şeyler gerçekten karşılıksızdır. Karşılık beklemek hayattaki en kırıcı hatadır. Hatta bir beklenti içine girmek dahi hataların en büyüğü olabilir. Bundan sebep umarım hayatımızda çok büyük hatalar yapmadan ilerleriz. Kendi önümüze bakarak, sürekli dikiz aynasına bakarak değil! Çünkü dikiz aynası arada bir bakılan yerdir. Sürekli oraya bakarsak kaza yapmamız kaçınılmazdır. Şimdiden sizlere hatasız, belki de daha az hatalı günler dilerim. Umarım her şey istediğiniz gibi olur. Topu göğsünüz de yumuşatmayı unutmayın. Yoksa kırılan parçalarımız çok sert düşecektir. Hoşça ve sağlıkla kalın...