Herkese merhaba...

Zor sınavlarımız var. Evimizde, işimizde ve sosyal hayatımızda bazen çoğu şey fazla üst üste geliyor. Böyle durumlarda sanıyoruz ki sadece bizim başımıza geliyor. Dünyanın en çok derdi olan insanı bizmişiz gibi düşünüyoruz.

Oysa herkesin bir derdi, sıkıntısı ve çözülmeyi bekleyen problemleri var. Ve inanın herkesin derdi kendine göre en büyük dert ve sorun teşkil ediyor.

Yakınmanın ve dertleri dile getirmenin şimdiye kadar bir faydasını görmediğim gibi zararını da gördüm. Şöyle ki, mağdur edebiyatı yapınca insanlar seni daha çok küçümsüyor ve bir basamak olarak görüyor. Atalarımızın dediği gibi düşene bir tekme misali. Oysa ne kadar çok dik durursan kimse seni ezemiyor, üstüne üstlük negatif herhangi bir şey de söyleyemiyor.

Ay tutulması mıdır retro mudur nedir bilemem ama şu an herkesin bir yerden patlak vermeye hazır birikmiş bombaları var. Sinirleri gerilmiş, rahatsızlık duyan insanlarla karşılaşıyorum. Ama konuşmak bile fayda etmiyor tabi. Sahi biz ne zaman konuşmayı, konuşabilmeyi iletişim şekli olarak kabul ettik ki?

Bir derdi, sıkıntısı olan ne zaman birine gidip de “benim bir problemim var ve çözemiyorum” diyerek yardım istedi ki? Biz Türk insanında bu tarz davranışlar acizlik olarak kabul edilmiş. Psikoloğa gitmeyi yahut terapi almayı bile küçüklük, eziklik hatta delilik olarak gören bir millet olmuşuz. Bu tarz düşüncelerin esiri olmuşuz. Faydasını göreceğimiz durumları bile sırf “el alem” kargaşası yüzünden faydasız hale getiriyoruz. Neden?

Asıl meziyet göğsünü gere gere evet ben de terapi alıyorum yahut destek alıyorum, kendi kendime çözemediğim problemlerime ışık olan insanlar var etrafımda demek değil mi? Bu hayat zaten çok yorucu, yaşam kalitemi arttırmak yahut hayat standartlarımı karşılamak adına sürekli çalışmak zorundayım biraz da kendime vakit ayırmam gerekiyor deyip on dakika bile olsa yüklerinizi kenara koydunuz mu? Koymayı denediniz mi? Yanınıza bir arkadaşınız geldiğinde değil de kendi kendinize yalnız kaldığınızda bir kahve yapıp, tek başınıza an’ın tadını çıkardınız mı?

Çok zor gibi görünen konfor alanının dışına çıkmak aslında bir minik terapi yöntemidir aslında. İki satır bir şey okumak, fiziki ya da değil fark etmez, bir parça müzik dinlemek, derin nefes almak-vermek, -ki buna nefes terapisi diyoruz- kısacası hayatının iki üç dakikasını duraklatmak zor değil. Hatta bunu en yorgun, en sinirli olduğun anlarda yapabilmek daha önemlidir. Bu kısa molalardan sonra daha motive olmuş bir şekilde işine dönmek daha muhtemel. Denendi.

Ruhumuzun da bedenimizin de zihnimizin de küçük molalara ihtiyacı var. Ve bu ihtiyaç anlarının farkında olup giderebilirsek yaşam kalitemiz ve standartlarımız daha da artacaktır. Tabi öyle hop diye olabilecek bir durum değil tabi bu anlattıklarım. Ben bir buçuk yıldır deniyorum, çabalıyorum ve öğreniyorum. Hala öğrenecek o kadar uzun yolum var ki...

Siz de gelin.

Yol çok güzel.

Sloganım belli benim “Ancora İmparo”. Yani “hala öğreniyorum”.

Sağlıkla, hoşça, huzurla kalın...