Değmiyor.

Ne yaparsanız yapın, ağzınızla kuş tutun, kendi benliğinizden vazgeçin, gerekirse tüm kırgınlıklarınızı ve size yapılmış olan haksızlıkları unutun; ama değmiyor. Üstelik kendinizi saf konumuna düşürüp, önemsenmeyen insan haline sokmuş olmanız da cabası...

Duyguları bastırmak, düşünceleri değiştirebilmek gerçekten zor bir eylem. Bu kadar zorluğu bilip de insanlara tanıdığımız şansları kullanamamaları da “artık benden bu kadar” dediğimiz anlara dönüşüyor.

Öncelikle kestane balının diyarı... Tamam tamam onu söylemeyeceğim. Yaklaşık on senedir sizlerle her hafta buluşuyorum. Gerek kültür sanat, gerek okuduğum kitaplar, gerek içsel yazılarımla koca on yıl olmuş. Bu maratonda çok şükür Ordu Yorum ailem daima benimle ve benim yanımda yer aldı. Arkamda değil, tam yanımda. (Çünkü arkandayım diyen herkesten zerre kırıntısı kadar destek görmedim.) bunun için onlara müteşekkirim. Söylemek istediklerimi sorgusuz, sualsiz yayınladı. Bir kerecik bu yazın olmadı demediler. İşlerinin ehli insanlar zaten bir yazara müdahale etmezler. İyi ki Ordu Yorum ailesindeyim.

Asıl söylemek istediğim konu şu; insanız ve beşer şaşarız. Bunu daima söylerim. Özümüzde ne varsa bizi insan yapan değerler onlardır. Sevgi, hoşgörü, sadakat, kırgınlıklar, haksızlıklar, bizi rahatsız eden ve rahat ettiren ne varsa hepsi bizim özümüzdür. Diyoruz ki insanız. Yaratıcı bizi böyle yaratmış. Kaprisli, hırslı, fesat, enerji emen insanlarda var durumlarda. Olabilir diyerek ben zaten bu durumu kabullenebiliyorum. Benim kaleme aldığım bu durumlar neden sizleri rahatsız ediyor? Aslında beni tanıyanları rahatsız ediyor bu durum. Yedi kat yabancıları değil. Biliyorlar ki bir yerde bir kusur var. Bende biliyorum kusuru. Ama ben o kusuru kapatmaya çalışırken, özellikle kaşıyanlar olursa ben kapatmaktan vazgeçerim. Çünkü ilk kelimem neydi: “değmiyor”.

Her şeye, herkese iyilikle yaklaşmaya çalışırım ama bunu üç kere yaparım. Sonra görmem, duymam, yok gibi davranırım. Karşımda olsa da yoktur benim için. Bitmiştir. Siz büyüklerim yahut benden küçüklerin aklına şu gelecek: büyüklük sende kalsın. Ben u büyüklükle nirvanaya çıktım zaten. Büyüklük yaparken kendi öz’ümden taviz verdim, Canan olmaktan çıktım. Gerek yok gerçekten. Herkesin yol’u farklı. Ben yürüdüğüm bu yolda tek ve yalnız başınayım. Bana katılanlar olur, sonra ayrılanlarda, oturup dinlendiğimde bir çay kahve içtiklerim de olur, suyumu içip devam ettiğim de... Nitekim de hep tek başımayım ben. Çoğumuz yalnız doğdum, yalnız öleceğim der. Unuttuğu bir şey var. Yaratıcın daima seninle. Doğarken de, yaşarken de, ölürken de... dünyaya getirdiğimiz çocuklarımız her şeyden korumaya çalışarak büyütüyoruz. Onlara zarar gelmesin, aman hasta olmasınlar. Elli yaşına gelseler de bizim çocuklarımız onlar ve gözümüzde hala korumaya muhtaçtırlar. Siz zannediyor musunuz Allah bizi yarattı ve unuttu. Asla. Her daim her an birine ihtiyacınız olduğunda çok şükür diyerek gelen ferahlamayı hissedin. Zaten diğer insanlar sizin için o an önemsizleşiyor.

Şunu da belirtmek isterim ki ben bu yolumdan asla vazgeçmeyeceğim. Yazdığım, söylediğim her harfin, kelime veya cümle demiyorum her harfin yanındayım. Onlara sıkı sıkı bağlıyım. Yine olsun yine yazarım. Ve daima yazacağım. Bu benim kendime olan saygımdır. Geçen yıl Aralık ayında kendime bir söz ermiştim. Bu yıl her hafta o yazı yazılacak ve okurlarımla buluşacak. İki üç hafta hariç başardım bunu. Şimdi yine diyecekler amma da kendini övdü. Diyenlere şöyle bir cevabım var: “siz benim elbiselerimi giyin, benim ayakkabılarımı giyin, yürüdüğüm yollardan yürüyün değil kendini övmek orkestra takımı tutup nara atarsınız.” bu kadar da netim.