Yorgun, mutsuz, depresif, sakin, huzurlu, umutlu, enerjik, kızgın ve daha nice duygu durumlarıyla baş etmeye çalışıyor biz insanoğlu. Bunca çabanın yanı sıra bize sorulan “nasılsın” sorusuna klasik yalanlarla cevap veriyoruz: “iyiyim”.

Oysa hiçbirimiz gerçekten iyi değiliz. Üzerimize biçilen rolleri oynuyoruz. Anne isek, anne, baba isek baba. Kiminin eşi, kiminin kızı-oğlu, kiminin gelini, kiminin kaynanası gibi gibi... Nerede nasıl davranacağımızı ya da nasıl hissediyorsak öyle tepki vermemiz gerektiğini bilmediğimizden rol yapıyoruz. Yani kısacası kimse kendi gibi değil ama sorsan herkes kendini çok iyi ifade ediyor.

Bu kocaman yalan balonunun içerisinde savruluyoruz her gün. Sabah kalkıp işe git, akşam eve dön. Yemeğini ye, evini toparla, sonra tekrar dağıt, çiçeklerine su ver, bir fincan kahve iç, uyu... Ertesi gün tekrar aynı şeyleri baştan yaşa.

Sıkılmadın mı?

Elinden bir şey gelmiyor mu?

Denedin mi?

Hayır denemedin. Çünkü üşengeçlik ve bir şeyin değişmeyeceğine olan inancın o kadar fazla ki, eşdeğer oranda değişebileceği durumunu göz ardı ediyorsun. Buna biz negatif yönden bakma derken psikolojide de yeri var. Negatif yönünden bakan kişilerden biri de benim aslında. Sizlere söylediklerimi tek tek yaşadım ve yaşıyorum. Çok kırgın ve mutsuzken iyiyim dediğim çok oldu. Umursamaz insanlara bakıp onlara dahi kızdığım zamanlarım oldu fakat her şeye rağmen gülümsedim ve rol yaptım. İnsan zora girince anlıyor kendinin kıymetini. Ne kadar değerli olduğunu ve aslında çevresindeki kişilerin sadece saman alevi olduğunu.

Sizin için çok önemli bir durumun insanlar için kıytırık hikâye halinde dinlediğinde anlıyorsunuz ederinden fazla değer vermemeniz gerektiğini. Şeyh Edebali demiş ki: “fazla fedakârlık kişinin kendi kul hakkına girmesidir”. Kendi kul hakkınızı yedirmeyin. Kendinizde kendinizi çiğnemeyin.

Anlıyorsunuz.

Geç oluyor.

Nerden dönersen dön kardır. Bir gün daha gecikmesin sizi mutlu edebilecek durumlar. “Aman kaç yaşına geldim bundan sonra değişse ne olur” diye diye ömrünüzde kahkaha attığınız anları sayın bakalım. İki elinizin parmağını geçiyor mu? Ya da sadece kendinize ayırdığınız bir gününüz var mı? Sabahtan akşama kadar dahi olsa.

Takvim yaprakları çok hızlı akıyor. Saatin tik takları da. Yaptığınız fedakarlıkları kimse görmeyecek. Ne aileniz, ne eşiniz, ne çocuklarınız ne de arkadaşlarınız. Kimse görmeyecek ve siz görülsün diye beklerken akacak zaman. Geri gelmeyecek. Kendi kıymetinizi, değerinizi sizden başka kimse bilmeyecek. Peki bilmeyecek kişiler için kendinizi hırpalamanın bir manası var mı?

E yok tabi.

O zaman hayır demeyi, olmaz, işlerim var, bugünü kendime ayırdım, önce ben demeyi öğrenelim. Yalan balonu bir patlasın. Gerçek yaşamda nefes alalım. Kendi dünyamızı kurup, içine gerçekten bizi seven ve değer veren insanları alalım. Beni ben yapan değerlerimle kucaklayan kişilerle yoluma devam edeyim diyelim.

Yoksa zor. Gerçekten zor herkese iyiyim, mükemmelim pozları kesmek. Kendi kul hakkımıza da girmeyelim durduk yere. O zaman sağlık ve selametle...