Osmanlı'nın son zamanlarında, ticari ve ekonomik hayat tamamen Batı ülkeleri ve onların işbirlikçilerinin eline geçmişti. Sebebi ise, Düyunu Umumiye İdaresi idi.

1881 yılında 2. Abdulhamit Han, 93 harbini kaybetmenin ekonomik yıkımını yaşıyordu. Hazine tamamen boşalmış, Alacaklı Rothschild adındaki banker kapıya dayanmıştı. Rothschild alacağına karşılık Gümrük Vergilerini talep ediyordu. Borçların tasfiyesi amacıyla Düyunu Umumiye adındaki İdare kuruldu. İdarenin yöneticileri, alacaklı banker ve adamlarıydı. Anlaşmayı 2. Abdulhamit Han imzaladı. Aslında bu anlaşma ile, Osmanlı EKONOMİK VE MALİ egemenliğini kaybediyordu.

Düyunu Umumiye İdaresi ve onun yakın iş birlikçileri Gümrük Vergileri ile yetinmediler. Başka vergileri de topladılar. Yabancılardan oluşan Düyunu Umumiye İdaresinin memur sayısı, Osmanlının memur sayısını aşmıştı. Ayrıca düyunu umumiyeciler, karlı işlere de el attılar. Deniz ve Kara taşımacılığı, gaz idaresi gibi kolay para kazanılan işleri sahiplendiler. Yabancılar rakı, şarap ve bira üretiyor. Reji idaresi adı altında Fransızlar, sigara tekelini işletiyordu.

Türkler ya askerdi. Ya da tarlada çalışan maraba idi. Para kazandıran her türlü iktisadi faaliyet, yabancılara ve işbirlikçisi azınlıkların elindeydi. Türkler, askere gidiyor, 10 yıldan fazla askerlik yapıyor, tifo-dizanteri-kolera ya da kurşundan ölmez ise 30 yaşında memleketine geri dönüyordu. Şansı varsa, Yorgo-Ohannes ya da İshak'ın yanında iş buluyordu. İş bulamayan ise ağanın yanında maraba olarak hayatını 40 ına gelmeden tamamlıyordu. Türk Milletinin biyolojik varlığını sürdürmesi dahi mucizedir.

Cumhuriyet ile birlikte çok şey değişti. Ulu Önder Atatürk yabancıların elindeki işletmeleri millileştirdi. Tekel Devlete geçti. Ülke, kendi sularında taşımacılık işletmeleri kurdu. Kabotaj bayramı yapıyor, yerli malı kullanıyor, kendi ürettiği tütünü içiyor. Kendi ürettiği rakıyı yudumluyordu. Ancak uzun sürmedi. 1950 den itibaren, işler terse dönmeye başladı. Yabancılar, ülkede mal mülk ediniyor. İşletmeleri satın almak için her yol deneniyordu.

İlk meşrulaştırma girişimi, Cumhurbaşkanı Özal ile başladı. Gerekçe basitti. ''Sırtına vurup götürecek miydi'' ifadesi topluma kabul ettirildi. 2002 den sonra Unakıtan adındaki Maliye Bakanı '' Babalar gibi satarım'' diyor, elde ne varsa satıyordu.

O dönemde '' Merkez Bankasını ve piyasa yapıcı bankaları satarsanız, finansal egemenlik kaybolur'' diye yazılar yazdım. Konferanslar verdim. Sonunda farkına vardılar. Vakıflar Bankası ile Halk Bankası kısmen özelleştirildi. Ziraate dokunamadılar. Merkez Bankası da Hazinede kaldı. Yoksa onlar da satılıyordu.

Geçen hafta Cumhurbaşkanı ''Fransız mallarına boykot edin'' diye Türk Milletine seslendi. Bu vesileyle bir gerçek ortaya çıktı. Ülkede ne kadar karlı işletme varsa yabancıların eline geçmişti. Türk Milleti, Cumhuriyet ile elde ettiği ekonomik kazanımların çoğunu kaybetmişti. Yabancılar rakı üretiyor, sigara üretiyor, yağ ve sirke üretiyor. Lastik üretiyor, otomobil üretiyor, bankacılık yapıyor.... Türkler işçi olarak onların emrinde çalışıyor.

Aklıma, Ulu Önder Atatürk'ün Mersindeki vatandaş ile konuşması geldi. Atatürk Mersin sokaklarında gezerken vatandaşa ''yüksek binalar kimin'' diye soruyor. Hepsinin sahibi azınlıklar çıkıyor. Bunun üzerine Ulu Önder ''Onlar zenginleşirken, sizler neredeydiniz'' sorusuna vatandaş, ''Balkanlarda, Kafkasyada, Yemende... asker idik'' cevabı kabul görüyordu.

Ulu Önder yaşıyor olsaydı, bu günkü manzarayı görecekti ve aynı soruyu soracaktı. Bu kez, bahanemiz yok. 100 yıldan beri savaşmadık. Ama ekonomideki varlıklarımızı yabancılara kaptırdık. Ekonomik özgürlük kazandıran 29 Ekim gününü bayram etmek dahi çok görülüyor. Zira, ekonomiye egemen olanlar, her konuda egemenliklerini sürdürüyor. 29 Ekim onların kabusu, tekrar etmesinden korkuluyor. Zira, tarihin tekerrür etmek gibi bir kuralı vardır.

Türk Milleti, Cumhuriyetin ekonomik özgürlük getirdiğini, yeni fark ediyor.

Şinasi Kara