İnsanların içine işleyen hikâyeler... Her yönüyle gerçek...

Acının Hissi

Acıyı anlamak, acı çekene saygı duymakla başlar.

Bütün insanlar için geçerli olan tek bir dinsel ya da mistik bir öğreti yoktur. Herkes fazlaca seçenekten kendisine uygun ve kendisi için doğru bulduğu bir şeyi tercih ederek seçer. Göçüş, ebediyete devr-i daim olmak, bizleri tek tek sorguladığı için zor bir sorun haline gelir. Hiçbir insan birey olarak göçüşe ilişkin sorularına kişisel bir yanıt bulamaz ve var olan gelenekler doğrultusunda kendisine kişisel acılar yaşamak dışında birşey üretemez. Göçmek üzere olan için gitmek hayati bir olay olarak daha da yakındır ve çaresizlikle orantılı yaşamın aktif bir eylemidir. Sadece yaklaşan göçüşle birlikte hastalıklarının seyri ve bedensel çöküşleri ve buna bağlı olarak ortaya çıkan durumlarla uğraşmak zorunda kalmak insanı içten içe üzen ve acılarla yüzleştiren en sert tokatıdır hayatın biz insanlara vurduğu … Geride kalmak, yaşamak tadından da yoksun kalmaktır. Bu andan itibaren yaşamın kısalığının ve uzunluğunun bir önem kalmaz. En sevdiğim Yahudi şair hanım Holocaust acısını Momento şiirinde anlatırken artık zamanım insanın kendi ellerinde olmadığının öfkesiyle ağlatır seven her yüreği.

Artık rahat olabilirim diyemez insan, kalan vardır insanın içinde, hiç gitmeyecek bir kalan, esenlik, huzur, mutluluk, romantizm, kırlar, su kenarları, söğüt gölgeleri, dere şırıltıları, kuş cıvıltıları, bir üveyiğin guruldaması, güller, kuğular da göçüp gitmişlerdir sevilenle beraber bu yalancı alemden. Esenliği veren ses, içimizi titreten bakışlar hep gözyaşlarının damlalarıyla konuşarak ağlatır çürüyen bedeni. Her insan, yaşamında farklı izler bırakır. Ama bazılarının izlerini hiçbir silgi silemez, son adımların atıldığı yollar, oturulan son gölge, yaslanılan son ağaç gövdesi, kitap okunan bank hep susar ve hüzünle ağlarlar. İnsanlar, farklı oldukları kadar yaşamlarının son anları da farklıdır. Bu farklılığı Bayan Kaleko aşağıdaki dizelerde açıkca ifade ettiği gibi, ilerleyen saatlerle zaman bize sözünü geçirmesini biliyor:

 

„Saatlerim ilerliyor ve hiçbir yere varmıyor.

Sesiyle vakti ve vakitsizliği bana bildiriyor.

Uyuyor uyanıyorum, ama o sadece ilerliyor.

Ne yaparsam yapayım, o hep çalıyor:

çok geç, çok geç, çok geç.

Bir zamandan bir zamana dört ses çıkıyor, ağır, uzun,

İç çekerek dinliyorum küçük bir çanı, yüreğim ürperiyor.

Eller kavuşuyor, sallandı sallandı ve

Sarkaç durdu – ben yolun sonuna geldim.“ Mascha Kaléko

 

Bu durumda olmayanların, ağrının ve acının başkalarınca anlaşılamayacağı kadar kişisel, bireysel ve öznel bir durum olduğunun farkında olmaları gerekmektedir. Hergün seyrettiğimiz tv ekranlarında, gözümüze ilişen gazete manşetlerinde bir çok haberler okuruz, duyarız, ölümle ilgili haberleri. Ancak bu kez çok iç acıtan bir soru insan kendine, cevabını bilmediği, nutkunu kurutan, içini dağıtan ve sürekli acı çektirerek ağlatan. Birkaç şey geveler kendi içinde öfkesiyle acısını, açıklamaya çalışır başarısızca. Tesellimi dersin, teslimiyet mi dersin, sen de bilemezsin! Çünkü, soruların çocukların sorduğu, ama cevabını bilemedikleri derinliklerde gizli kalan, biz, yetişkinlerin dünyasında da bu durum çok önemliymiş gibi bir yer işgal eder. Kayıptır bunun adı. Ölçüsüz bir acıdır, hiçbir nöroloji uzmanının yanıtlamayacağı, hiçbir rakı şişesinin dindiremeyeceği, baş etmekte çaresiz kalacağı dertli bir istıraptır ölüm.

 

Önemli bir kayıp yaşamak, insanın kişisel hayatını yeniden organize edip kurmasına müsade etmez, daha düne kadar hayatında çok önemli yer tutan, ama şimdi göçüp giden yüreğinin sahibiyle vedalaşmak, hayatın ağırlığı karşısında yeniden soluklanmak ve kimi zaman çok zor olan gerçekleri sindirmek için yas tutmaya ihtiyaç duyarak harap olmaktır. Kaybın acısı insanın her yanını sarar, bu helezonik bir acıdır insanın içini derinlerden acıtan ve „Lokman hekim gelsede saramaz bu acılı ve kan damlayan yarayı! „Artık hayat bir daha hiç eskisi gibi eğlenceli bir yer olmayacaktır kesinlikle“ bu acılı bir hissin insanın içini kaplaması değildir sadece, gerçek yaşanılan çaresizlik hissidir. İçimizden kopan bir parça, yerine konulmayacak, tamiri imkansız acı çekme sürecidir. Yaşamımıza devam etmemizin öyle büyük bir önemi kalmamıştır artık. Tabii ki yas süreciyle kaybetmiş olduğumuz değerin pahasının verdiği üzüntü hâlâ vardır ve de var olacaktır. Bu sevenin özüyle, çarpıp böldüğü, toplayıp çıkardığı sonucu kesin bir sevgi gerçeğidir. Kaybın, sadece sevilen birinin ölümü olmadığı, acı çeken kişinin bu süreçten sonra, gücü acı çeke çeke tükenecek, fiziksel ve zihinsel fonksiyonlarında, kaybından kaynaklanan kendisiyle acı bir yüzleşmeylede başbaşa hesaplaşma süreci olacağı asla unutulmamalıdır. Yaşanılan hayatın hiçte adil olmadığını insan bu evrede çektiği envai çeşit acılarla öder, hayatın güvensizliği tam bu evrede başlar, insan bu suçluluk duygusuyla her güngün yüzleşir. Travma/lar bu evrede frekansını daha yoğun ve uzun bir süreçte ahtapat gibi sizi sararak yıpratma sürecine girer.

 

Yukarıda genel olarak anlatmaya çalıştığım „acının hissi“, aslında şu anda kendi iç dünyamı yansıtan, hisslerime tercüman olan kelimelerin toplamıdir. Acı çekmediğimi, yaşamdan zevk aldığımı, mutluluk duyduğumu söylersem yalan söylemiş olurum. Hep kendi kendi kendimi telkin ederek söylediğim şu cümlem hayatıma eşlik ediyor: Sanatın bütün işaretleri varoluşumuzun bütünlüğünü, evrenle uyumunu hatırlatmak içinse, acı çekmekte topluca izlediğimiz bir oyundan farklı değişimlere yol açan, farklı duygularla ve düşüncelerle bir iç zenginlik ya da boşluk yaratan kendi gerçeğimdir. Bizleri birbirimizden ayrı kılan ise algılamalarımızın farklılığından kaynaklanan kaynaktır. Aynı gerçeği başka bir şekilde de ifade imkanımız vardır. Kayıbımın doğası gereği çektiğim acı da doğaldır. Bu aynı zamanda hissettiğim değil yaşadığım gerçeğin ta kendisidir.

 

Artık ufak bir esintide denizlerin dalgası gibi dalgalanmayan saçlarının hasreti var yüreğimde. Gür yeşillikler yerine kelleşmiş kırların gerçeği dökülmüş saçlarım gibi dökülüyor bedenim de lime lime! Gözlerine bakarak şiirler yazmak yerine, damlalar dökülüyor gözlerimden şimdi. Sözcükler yasta, kelimeler kalmış sınıfta ve bense onulmaz bir hasta. Düşmüşüm sabırın tuzağına, almıyorum teselli sözcüğünü ağızıma! Sadece acılar kaldı burada ve bana da dökülen bu acıları toplamak!

 

Kaybın doğası genellikle kişinin tecrübe ettiği yasın niteliğini belirler. Örneğin çok yaşlı ya da uzun zamandır hastalık çeken sevilen birinin ölümünü kurtuluş olarak gören biri, çocuğunu aniden kaybeden birinin hissettiği endişe ve kederi aynı şekilde hissetmeyebilir. Çocuğunu kaybeden anne bu durumla hiçbir hazırlık ya da uyarı olmaksızın karşı karşıya kalmıştır. Doğal ölümlerde yaşanan yas ile travmatik ölümlerde yaşanan yas farklıdır. Travmatik ölüm diye tanımlayabileceğimiz ölümler; ani, beklenmedik, başka birisinin neden olduğu bir kaza, saldırı, ya da doğal afetler ve amansız hastalıklar sonucunda yaşanan kayıplardır. Kişinin ailesi, yakınları yoğun bir haksızlık hissi yaşar. "Hayat adil değil, iyi insanların başına böyle şeyler geliyorsa artık dünya güvenli bir yer değil" gibi düşünceler insanın aklından çıkmaz. Travmatik ölümlerde yaşanan yas çok daha uzun süreli ve yoğun olur. Olağan yas sürecinin basamakları vardır ancak travmatik yasta, bu süreç benzeri bir şekilde fakat süre olarak daha uzun bir zamana yayılmış olarak işler.

 

Geriye kalan sadece acı yanlızlık hissi ve bu hislerin çaresizlikten çektiği acı.

 

Yıldızlara göçüşünün 21. ayında seni hergün ki gibi saygıyla anıyorum Gül Yanaklı Prensesim. Yıldızlar yoldaşın olsun! Sana duyduğum saygıdan ve sevgimden zerre kadar şüphe etmemelisin. 

 

17.04.2021

 

H. Hüseyin Arslan - 17.04.2021

 

Tiryaki gönlümde olmasın kuşkun

Tek sana müptela

Tek sana düşkün ...!

Cemal SAFİ