Adım adım yaşıyorum.

İstediğim ve hayalini kurduğum ne varsa adım adım ilerlemeye karar vereli çok olmadı. Beş ay gibi kısa bir süre oldu sadece. Bu beş ayda aldığım tüm kararları emin adımlarla uygulamaya başladım ve sonuçtan memnun kalarak, daha ileriye ve daha yükseğe gözümü diktim.

Tavan arasından çatıya, yeraltından gökyüzüne, su damlasından okyanusa, dağlardan Nirvanaya...

Hedefiniz ne kadar küçük olursa ya da büyük olursa ulaşmak o denli kolay yahut zor değil. Yol aynı yol, heves aynı heves, umut daima var, güç ve cesaret lazım olan o kadar. Ruhumuz, kalbimiz ve beynimizle üstesinden gelemeyeceğimiz bir olay gerçekten yok. Gerçek hastaların hasta ettikleri bizler, destek alarak hayatımıza yön vermeye çalışıyoruz. Fakat, asıl destek ve cesaretin kendimizde olduğunu görebilmemiz için bir tık çaba sarf etmemiz gerek.

Nedir bu çaba?

Önce karar vermeliyiz. Mesela insanların ne söyledikleri ve seni nasıl algıladıklarıyla alakalı takıntın var ise buna ağırlık vermen lazım. Biz Karadeniz insanı fazla takıntılı insanlarız. El alem ne der’den öte geçemeyip, yerimizde sayıyoruz. Halbuki el alemi bırakıp hedefimize ulaşsak elli alem bir araya gelse vız gelir.

O pantolona o bluz olmaz. Onun yakası açık, bu çok dar, millet ne der, kime ne derim demekten kendimizi alamayıp içinde huzursuz hissettiğimiz kıyafetlerle dışarı çıkıyoruz. Makyaj yapmasan, “hasta mısın, neyin var” sorularıyla karşılaşma korkusundan bari bir allık süreyim diyoruz. Rahat hissetmek adına eşofmanla çıksan, “sen eşofmanla çıkmazdın dışarı hayırdır” derler. Yahu kardeşim size ne? Yahut bana ne sizin düşüncelerinizden. Size göre yaşayamam ki ben...

Amma bu memlekette böyle değil. Bu yaşıma kadar el alem, elli alem ne der, ayıp, olmaz diye diye sindirilmiş, pasif biri olarak yaşadım. Fazla mütevazilikten mütevellit vasat insanlardan hep nasihat dinledim. Kim kaybetti: BEN.

Huzuru, mutlu olmayı, dilediğim gibi yaşamayı kaybettim. Kalıplara sıkıştım. Yazdığım her makalede, her denemede mutlaka birine okuyup, “olmuş mu” onayı alarak yolladım dergilere, gazetelere... Ördüğüm amigurumi bebeklerde ilk fotoğrafları çekip başkalarına gösterip “nasıl olmuş” dedikten sonra sosyal medyaya yükledim. Çektiğim kitap videolarını ilk başkalarına gönderip, yine olmuş onayından sonra sizlere sundum. Neden? Gerek var mıydı bunca eziyete. Kendimi pasif görmeye ne lüzum vardı? Oysa içimden bir ses “çok güzel oldu be kızım aferin sana” demiyor muydu?

Diyordu.

Hatta şu an “en iyisi oldu be kızım aferin” diyor. Kendi kendimin doktoru, psikoloğu, hayat uzmanı, danışanı dövüşeni, annesi evladı, eşi arkadaşı olarak gayet huzurlu bir hayatın yeni adımlarıyla öyle memnunum ki! Herkese bu bilinçten aşılayabilsem keşke.

Keşke iplerimizin kendi elimizde olduğunu anlatabilsem! Daha nasıl aydınlık ve ışık verebilirim sizlere bilemiyorum ama içinizdeki minicik ışınları fark ederek parlayabilirsiniz. Ruhunuz doyuma ulaşmaya başladıkça huzur sizden yana olacaktır inanın bana.

Bu saydıklarımı tecrübe eden biri olarak emin sözlerle söylüyorum ki “zor değil”. Yeter ki iste! Yeter ki kendi potansiyelinin farkına var.

Şimdi:

Burnunuzdan karnınızı şişirerek derin nefes alın ve ağzınızdan verin. Bunu on defa tekrar edin. Gerekli rahatlama ve cesaret bedeninizde artık var. Harekete geçme vakti. Erteleme, vazgeçme...