İnsana bazen düşünmeye çalışmak çok ahmakça bir fikir gibi geliyor. Çünki insan doğası gereği düşünce sistemine sahip fakat onu nasıl ve nerede kullanacağı ile ilgili ne yapması gerektiği konusunda bihaber. Yahut bana göre gerçekten inancımız eksik olduğundan düşünme niyetinde bile bulunmuyoruz.
Korkuyoruz, korkutuluyoruz…
Yazmaktan, söylemekten, anlatmaktan korkar mı insan?
Korkuyorum arkadaşım ben bu dünyaya bir şeyler anlatmaktan. Başıma bir şey gelir mi? Acaba? Ya da şöyle mi? Türlü türlü entrikalara gebe kalıyor insanoğlu konuşmak istediği vakit. Doğuramıyor da! Bir engel, bir takıntı, bir boşluk ve final. Susuşlara gebe kalıyor mecburen. Çünki düşüncelerine tecavüz ediliyor düşünenlerin... Şimdi daha iyi anlıyorum at gözlüğü kullanıp, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenleri. Ama içim kanıyor usulca, çaresizce... Elden bir şey gelmiyor işte!
Mesela bazı köşe yazarlarının meseleler üzerindeki yorumlarını, bazı insanların yanlışı doğru diyerek bize diretmelerini, yaptım olacaklarını, iyi olmalısın sen’leri beğenmiyorum. Başıma bir şey gelmeyecekse; evet kurulu düzeni de beğenmiyorum.
Gezi!
Kimler vardı gezi de ve amaç ne idi? 
Doğa severler, şehirleşmenin ortasında kalan bir parçacık yaşam alanını kaybetmek istemeyenler, gençler, bilinçli birkaç insan vardı. Ve nefes aldıkları ortamı kaybetmek istemiyorlardı. Bazı provokatörlerin 3 – 5 ağaç deyip geçtiği parkta mucizeler yaşandı. Uzun bir süreçti elbette fakat çoğu kişinin göremediği, gözden kaçırdığı birçok ayrıntı mevcuttu.
Taksim!
Geziden tamamen bağımsız bir eylem merkezi. Bağımsız diyorum çünki gezi parkı olayı ile alakasız işler süregeldi. Gezi de kardeşlik türküleri yükselirken, Taksim de terör bayrakları, posterleri kol geziyordu. 
Tomanın ne olduğunu öğrendik. Klasikleşti artık ama söylemeden edemeyeceğim; Çarşı bir taraftar grubundan ibaret değilmiş onu öğrendik. Etrafımda gördüğüm polislerle irtibata geçmeden önce iki defa düşünmeyi öğrendim. (Kendi adıma) Türkiye de bir ilde ülke meselesi haline gelen bir olayda, nasıl bütünleşileceğini öğrendik. Aynı gün, aynı saatte, tüm yurtta nasıl ses duyurulur? Öğrendik. Sanal alem kahramanları dediğimiz biz “çapulcular” birlik nasıl olunur, kardeşlik ve barışa nasıl sahip çıkılır, bilmeyenlere öğrettik. 
Ve biz bir şeylere karşı çıktığımızda karşımızda hükümeti bulduk. Bir şekilde nezarete atılmayı, göz altına alınmayı, üzerimize su sıkılmayı, karşı durmayı, boş vaadleri, insan canını değersizleştiren bir takım isimlendiremediğim insan benzeri varlıkların bizleri yargılama hakkını kendilerinde gördüklerini öğrendik. Ve biz birkaç “çapulcu” ilk defa insan ve insanlık kavramlarının ne olduğunu tüm vatana duyurduk. Belki vurulduk, belki yakılacaktık topluca bir otelde(!) ya da bir kurum binasında(!) ve öldük. 
Evet biz öldük.
Biz öldüğümüz için bize karşı duranlarda öldü gözümüzde. İnancımız bizden yana olanlarla güçlendi. Kenetlendik. Nefeslerimizi tuttuk. Bize destek olanlara umut bağladık. Işık dolu gözlerimize karanlık gecelerin perdelerini çekmek istediler; kapılarımızı kilitledik. Vermedik aydınlığımızı. Çünki bizim bize olan inancımız tamdı. 
Medya!
Kapitalist sistemin ele geçirdiği, yandaşçıların şakşakları olan birkaç televizyon kanalları ve gazeteler olaya sadece Taksim’den bakmakla yetindiler. Hatta kimileri penguenlerle raksa tutuştu. Halk olayları Taksim’den ibaret zannetti. Oysa var olan bir park vardı; adı Gezi…
Kütüphanesinden lokantasına, tuvaletinden eczanesine, yatakhanesinden oyun parkına varana kadar birçok aktivitenin bulunduğu, çimlerde kitap okuyan insanların olduğu bir çevre bilinciyle yanan kalpler vardı ve bunu benim halkıma göstermekten aciz kaldılar. 
Türk-Kürt-Ermeni-Çerkez-Laz demeden kol kola savunulan bir gerçek vardı Gezi’de. Bunu Türkiye’me göstermediler. 
Ve bizim canımıza kıydılar. Dört gencimize… 
Biz bu günleri asla unutmayacağız. Bedenlerimizde değil beynimize kazınan yaşananlar ölene kadar silinmeyecek. Ve maalesef ki “adalet” hanımı da kaybettik Gezi’de. 
Şimdi yüksek müsaadenizle son sözlerimi söylemeden önce şunları hatırlatmak istiyorum: biz ne zaman bir şeyler için sesimizi çıkarsak, bizim aksimize yükselerek ele geçirilen bir sistem oluyor her seçimde… 
Not: Benim Gezi’me ne olur Taksim’i bulaştırmayın. Ve “Eğer dikkatli değilseniz, gazeteler sizin zulüm gören insanlardan nefret etmenizi ve zulmü uygulayan insanları sevmenizi sağlar. Malcolm X”
İnsana bazen düşünmeye çalışmak çok ahmakça bir fikir gibi geliyor. Çünki insan doğası gereği düşünce sistemine sahip fakat onu nasıl ve nerede kullanacağı ile ilgili ne yapması gerektiği konusunda bihaber. Yahut bana göre gerçekten inancımız eksik olduğundan düşünme niyetinde bile bulunmuyoruz.Korkuyoruz, korkutuluyoruz…Yazmaktan, söylemekten, anlatmaktan korkar mı insan?Korkuyorum arkadaşım ben bu dünyaya bir şeyler anlatmaktan. Başıma bir şey gelir mi? Acaba? Ya da şöyle mi? Türlü türlü entrikalara gebe kalıyor insanoğlu konuşmak istediği vakit. Doğuramıyor da! Bir engel, bir takıntı, bir boşluk ve final. Susuşlara gebe kalıyor mecburen. Çünki düşüncelerine tecavüz ediliyor düşünenlerin... Şimdi daha iyi anlıyorum at gözlüğü kullanıp, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenleri. Ama içim kanıyor usulca, çaresizce... Elden bir şey gelmiyor işte!Mesela bazı köşe yazarlarının meseleler üzerindeki yorumlarını, bazı insanların yanlışı doğru diyerek bize diretmelerini, yaptım olacaklarını, iyi olmalısın sen’leri beğenmiyorum. Başıma bir şey gelmeyecekse; evet kurulu düzeni de beğenmiyorum.Gezi!Kimler vardı gezi de ve amaç ne idi? Doğa severler, şehirleşmenin ortasında kalan bir parçacık yaşam alanını kaybetmek istemeyenler, gençler, bilinçli birkaç insan vardı. Ve nefes aldıkları ortamı kaybetmek istemiyorlardı. Bazı provokatörlerin 3 – 5 ağaç deyip geçtiği parkta mucizeler yaşandı. Uzun bir süreçti elbette fakat çoğu kişinin göremediği, gözden kaçırdığı birçok ayrıntı mevcuttu.Taksim!Geziden tamamen bağımsız bir eylem merkezi. Bağımsız diyorum çünki gezi parkı olayı ile alakasız işler süregeldi. Gezi de kardeşlik türküleri yükselirken, Taksim de terör bayrakları, posterleri kol geziyordu. Tomanın ne olduğunu öğrendik. Klasikleşti artık ama söylemeden edemeyeceğim; Çarşı bir taraftar grubundan ibaret değilmiş onu öğrendik. Etrafımda gördüğüm polislerle irtibata geçmeden önce iki defa düşünmeyi öğrendim. (Kendi adıma) Türkiye de bir ilde ülke meselesi haline gelen bir olayda, nasıl bütünleşileceğini öğrendik. Aynı gün, aynı saatte, tüm yurtta nasıl ses duyurulur? Öğrendik. Sanal alem kahramanları dediğimiz biz “çapulcular” birlik nasıl olunur, kardeşlik ve barışa nasıl sahip çıkılır, bilmeyenlere öğrettik. Ve biz bir şeylere karşı çıktığımızda karşımızda hükümeti bulduk. Bir şekilde nezarete atılmayı, göz altına alınmayı, üzerimize su sıkılmayı, karşı durmayı, boş vaadleri, insan canını değersizleştiren bir takım isimlendiremediğim insan benzeri varlıkların bizleri yargılama hakkını kendilerinde gördüklerini öğrendik. Ve biz birkaç “çapulcu” ilk defa insan ve insanlık kavramlarının ne olduğunu tüm vatana duyurduk. Belki vurulduk, belki yakılacaktık topluca bir otelde(!) ya da bir kurum binasında(!) ve öldük. Evet biz öldük.Biz öldüğümüz için bize karşı duranlarda öldü gözümüzde. İnancımız bizden yana olanlarla güçlendi. Kenetlendik. Nefeslerimizi tuttuk. Bize destek olanlara umut bağladık. Işık dolu gözlerimize karanlık gecelerin perdelerini çekmek istediler; kapılarımızı kilitledik. Vermedik aydınlığımızı. Çünki bizim bize olan inancımız tamdı. Medya!Kapitalist sistemin ele geçirdiği, yandaşçıların şakşakları olan birkaç televizyon kanalları ve gazeteler olaya sadece Taksim’den bakmakla yetindiler. Hatta kimileri penguenlerle raksa tutuştu. Halk olayları Taksim’den ibaret zannetti. Oysa var olan bir park vardı; adı Gezi…Kütüphanesinden lokantasına, tuvaletinden eczanesine, yatakhanesinden oyun parkına varana kadar birçok aktivitenin bulunduğu, çimlerde kitap okuyan insanların olduğu bir çevre bilinciyle yanan kalpler vardı ve bunu benim halkıma göstermekten aciz kaldılar. Türk-Kürt-Ermeni-Çerkez-Laz demeden kol kola savunulan bir gerçek vardı Gezi’de. Bunu Türkiye’me göstermediler. Ve bizim canımıza kıydılar. Dört gencimize… Biz bu günleri asla unutmayacağız. Bedenlerimizde değil beynimize kazınan yaşananlar ölene kadar silinmeyecek. Ve maalesef ki “adalet” hanımı da kaybettik Gezi’de. Şimdi yüksek müsaadenizle son sözlerimi söylemeden önce şunları hatırlatmak istiyorum: biz ne zaman bir şeyler için sesimizi çıkarsak, bizim aksimize yükselerek ele geçirilen bir sistem oluyor her seçimde… Not: Benim Gezi’me ne olur Taksim’i bulaştırmayın. Ve “Eğer dikkatli değilseniz, gazeteler sizin zulüm gören insanlardan nefret etmenizi ve zulmü uygulayan insanları sevmenizi sağlar. Malcolm X”